30.12.07
24.10.07
GO
Oyunu matematikle uğraşan kişilerle bağdaştırdığım için ve kendim de sayısal mezunu olduğumdan GO oynamaya özenmiştim o zamanlar. Tabi tahtayı taşları edinip sonra siyahlarla beştaş oynamamak adına oyunu öğrenmek gerekiyor.
GO öğrenmesi kolay, ustalaşması zor bir oyun. basit birkaç kuralı var ki kavraması 3 dk kadar sürüyor. Daha sonra oyunu hakkıyla oynamak için insanın yıllarını vermesi gerekiyormuş. Kendim dönem dönem popüler objelere maymun iştahlı olduğumdan ve GO'da ustalaşmak için gerekli olan akli-ruhi melekeleri taşımadığımdan kumda oynama mertebesinde karar kıldım. Övünmek gibi olmasın çok mütevazi insanımdır, kendimi ve sınırlarımı bilirim, övünmeyi de hiç sevmem.
GO, rakiplerin Siyah veya Beyaz taşlarıyla tahta(goban) üzerinde hakimiyet kurmaya çalışmalarına dayalı bir oyun. Taşlar hareket ettirilmiyor, ancak rakip taşlarla çevrelenirse tahtadan alınıyor. Tahtayı domine eden kazanıyor, ele geçirilen rakip taş sayısı da bir etken tabi. Genelde satrançla karşılaştırılıyor ve GO hakkinda "Satranç muhasebecilerin, GO filozofların oyunudur" gibi büyük laflar ediliyor. Tasvip etmiyorum, sonuçta satranç da bu camiaya yüzyıllarını vermiş sevdiğimiz bir oyun. Bununla birlikte GO oyununun sezgisel olduğu su götürmez, çünkü bir taşın değeri tahtadaki komşularıyla oldukça fazla ilintili. Oyun aniden dönebiliyor. Taş değerlerinin hesaplanması zor olduğundan ve hamle ihtimal sayıları uçuk olduğundan satrançtaki gibi usta oyuncuları yenecek bilgisayar programları üretilemiyor. Bu durum ilk etapta insana "İşte insan aklının ve yüreğinin elektroniğe üstün geldiği bir başka nokta" sevinci yaşatsa da bedava bir program 9x9 luk tahtayı koltukaltınıza sıkıştırdığında gözlerde hafif bir oynamaya sebep olabiliyor.
Oyuna heveslenen arkadaşlara şu linkler oldukça faydalı olacaktır.
Oyun ve kuralları ile ilgili bilgiler, interaktif örnekler.
Turkiye Go oyuncuları derneği
Vikipedi
18.10.07
Kedi Köftesi Hamster Hayvanı
Tahmin ediyorum ki çok ürediklerini söylediğim anda gözlerde bir parlama oldu. Hamster denen canlının 1 ayda ergen olduğunu, 15 günde doğurduğunu ve bir batında ~10 yavru verdiğini öğrenince benim de gözümde Kötek Hamster Üretme Çiftlikleri ve Peynircilik, Hafriyat Sn. tic. ltd. şti şeklinde bir ticari sicil gazetesi ilanı canlanmıştı ama sermaye bulamadım.
Efendim başa döneyim, hayvanat bayiindeki arkadaş benim "Ben bu hamster denen şeyden alacak idim, neler almam lazım" şeklindeki sorumdan hamster camiasına yabancı olduğumu anlayınca, kafesle beraber, talaş, yem suluk vb elzem edevatın yanında ballı yem, hamster parfümü, ekstra talaş falan da kakalamayı ihmal etmedi. ballı yemleri hamster tüketti, kafes koku yapmasın diye sattıkları suyu da parfüm niyetine ben kullanıyorum, daha iki sene gider bana.
Hamster denen zibidi daha çok geceleri aktif. Geceyarısından sonra sabaha kadar yemek, spor, temizlik döngüsüne giriyor. Sabah olunca da akşama uyanmak üzere uykuya yatıyor. Çok temiz, titiz terbiyeli bir tür olduklarına dair söylentiler var ancak 4 aydır bakıyorum, öyle bir ışık göremedim. Elalemin hemstırı tuvaletini belli bir yere yapıyormuş, bizimkisinin tekerleğini pok götürüyor. Aileden gelen bir eğitim sanırım, bizimkisi alamamış. Huyu da pis, iki sevelim diyoruz, sıkıya gelince ısırıyor.
Hayvanın güzel tarafları da yok değil. Sevimli olmasının yanında pisboğaz olması ve yemek seçmemesi nedeniyle problemsiz bir ev hayvanı. kuruyemiş, sebze, meyve ne bulursa yiyor. Eline aldığı şeyin ağzında kaybolmasından Agop'un kazı gibi götürdüğünü zannedebilirsiniz ancak işin aslı o değil. Yemeği bulduğu zaman yanaklarına (avurduna) dolduruyor daha sonra da yiyemediklerini çıkartıp bir yere saklıyor.
İnternette sık sorulan bir soru da hamster'ın cinsiyetinin nasıl anlaşılacağı; kişisel tecrübem şu: eğer yavru hamster erkekse iki hafta içinde direk anlaşılıyor zaten.
Sonuç olarak evde beslemeye uygun, sevimli bir hayvan, kısa ömürlü olması kötü. Maksimum 3 yıl ömür biçiyorlar. Yalnız yaşamaya da uygun oldukları söyleniyor ki evin istila edilmesini istemediğimden beyefendiye eş almayı planlamıyorum. Köfte bey bekar haliyle bize yetiyor.
Görsel: Mr Da Trang veya Jenniek ns bilemedim...
14.10.07
Santralİstanbul
Osmanlı İmparatorluğunun ilk ve tek termik santrali olan Silahtarağa elektrik santrali 1914 yılında devreye girmiş. 1921
Santrali kuran Macar Ganz Elektrik şirketi, daha önceleri de tramvaylar için doğru akım dinamosu vb alet edevatın kurulumunu yapmış. 1923 te Ankara hükümeti de şirketle çalışmaya devam etmiş, hatta şirketin sermayesi yükseltilmiş ve çalışanların Türk olması zorunluluğu getirilmiş.
Kapatıldıktan sonra tahmin edileceği gibi bakımsız kalan santral binası ve arazisi daha sonra Bilgi Üniversitesi tarafından satın alınıyor ve modern sanatlar müzesine dönüştürülüyor. Bizim ilgimizi çeken modern sanatlardan ziyade alet-i metrukelerdi. Enerji müzesinde santralde kullanılan türbinler, kontrol cihazlar vb yanında interaktif sunumlar da hazırlanmış. Kendi elektriğini kendin yap, işlet, devret şeklinde aletler de mevcutmuş fakat zamanımızın kısıtlılığından keşfedemediğimiz bölümlerde kaldılar.
Kontrol odası, türbinler ve genel olarak bina görmeye değer. Fotoğraf makinasının azizliğinden yeterli fotoğraf çekemedim ancak Burak sağolsun fotoğraf makinasını paylaştı.
Google It...
Arada spesifik tanım verenler de düşüyor : memeleri çıplak olsun
Bütün bu terbiyesizlerin buraya düşmesine sebep yazı da burada...
Gözü dönüp Google'da meme diye aratıp gelenlere sesleniyorum:
Nasihattan anlamayanı azarlamak lazımdır, azarlamayla da yola gelmeyen ise dayağı haketmiştir.
Counter Hizmeti : StatCounter
27.9.07
Trombosit
Kan bağışında, yapılan bağıştan elde edilen kan üzerinde test yapabildikleri için bağış öncesi sadece kan sayımı ve tansiyon alınırken trombosit bağışında önce kan alınıyor ve inceleniyor. Vücutta enfeksiyon varsa veya kan değerleri belirlenen sınırlar içinde değilse trombosit almıyorlar. Yine pıhtılaşmayı etkileyen ilaçlar (aspirin vb), antibiyotikler trombosit donöründe aranan özellikler değil.
Neyse, test için kan verdik, yaklaşık 3 saat sonra gelin dediler, testler 1 saatte çıkıyormuş fakat trombosit süzmek uzun sürdüğü için sıra varmış. Peki dedik çıktık. Buraya kadar birinci çoğul şahıs gidiyordum anlaşılmıştır yanımda bir arkadaşım daha vardı, (Ertan), onun sağolsun annesinin evi yakınmış, gittik öğle yemeği, sohbet, çay derken oyalandık, saati getirttik.
Efendim gidip saatinde kan bankasına teslim olduk ki Ertandan trombosit alınmayacağı ortaya çıktı, bazı kan değerleri uygun değilmiş, dolayısıyla kaytardı kendisi. Sıram gelince oturdum koltuğa, sağolsun hemşireanımlar ilgilendiler, iki koldan iğnelediler, makina çalışmaya başladı. Sözkonusu makina enteresan. Yaş, kilo, boy ve sanırım kan değerlerini giriyorsunuz, alet size ne kadar bağlı kalacağınızı söylüyor. Benim hesap 50 dakika çıktı. Sağ koldan kan almaya başladılar, devirdaim başlayana kadar sol koldan serum verdi makina, sonra borudan kan gelmeye başladı. Japonlar yapmış hakikaten, kan hiçbir şekilde makinaya temas etmeden süzülüyor, steril bir set içerisinde trombositin, yan malzemelerin toplandığı torbalar ve santrifüje takılan ayırıcı aparat geliyor, makinaya giydirilen bu setin içinde kanınız döndürülüp yine size geri veriliyor. Maalesef santrifüj kısmı kapalı olduğu için alet torbanın içindeki kanı nasıl döndürüyor, nasıl ayırıyor çözemedim, geçişken zar gibi bişey de olabilir.
50 dakika kadar kral tv izledikten sonra makina bipledi, vınladı, kan almayı kesti, setin içinde kalan kanı da iade edip durdu. İğneleri çıkardılar, meyve suyu ve vişneli brownie ikram ettiler. Genel olarak prosedür donör için basit ve rahat, can acısı falan olmuyor. Benim yaşadığım tek yan etki yüzümün uyuştuğunu hissetmemdi ki kanın makinada pıhtılaşmaması için verilen pıhtılaşma önleyici ilaç sebebiyle oluyormuş. İşlemin tek can sıkıcı tarafı can sıkıcı olması. 50-60 dakika ööle yatıyorsunuz. Gene doktorlar hemşireler arada gelip “iyi misiniz” şeklinde ilgileniyorlar, zaman geçiyor. İşlem akabinde biriki saat araba kullanmamamı, bilgisayar gibi dikkat isteyen(!) işlerle ilgilenmememi tavsiye edip yola vurdular.
Dönüşü kadıköy üzerinden vapurla yaptım. Akşam güneşinde boğaz mükemmeldi, gel gör ki fotoğraf makinası yoktu yanımda.
21.8.07
Güzel Çevremiz
Çevre bilinci oluşturacağız.
Dünyayı kurtaracağız.
Çevre çok önemli birşey. Çevre olmasaydı hiçbirimiz olmazdık. Bu nedenle çevre deyince akan sular durur, çevreyi korumazsak da akan sular durur.
Hepimiz çevreye zarar veren davranışlarda bulunuyoruz zaman zaman, hatta ben bile....
Gelelim mevzumuza, 15 Ekim günü tüm dünya çapında çevre sorunlarına dikkat çekmek adına bir blog çalışması yapılacak. Konu ile ilgili şuradan bilgi alabilirsiniz.
Yazı yazmak aynı saçma maili yüzbin kere birbirine göndermekten çok daha güzel.
Ben şimdiden çevre duyarlılığımı gösteriyor ve ilkokulda çevre ile ilgili yazdığım bir kompozisyonu sizinle paylaşıyorum. Unutulur munutulur, benden çıksın.
Çevre...
14.8.07
Yallah Şöfer
Oldukça basit bir iskelet üzerine monte motor tahrikli bu aletler yavaş hızlansalar da gerek yere yakın olmaları gerek açık kokpitli olmaları dolayısıyla insanda "üff çok hızlı gidiyorum galiba" hissi yaratabiliyor. Virajlarda spin atmak, arkadaşa çarpmayayım diye kenardaki lastikleri havalandırmak etkinliğin aklımda kalan zevkli anlarındandı.
İkinci eleme sekansında en geride kalmış da olsam çok keyif aldığım bir aktivite oldu. Fırsat buldukça yapmaya çalışacağım. Zira meret formüla 1 izlemek gibi değil. Bir kere fazla gürültü yok, ikincisi kendi kullanınca insan zevk de alıyor. Formüla ile ilgili hislerim zaten malum...
Pist ile ilgili bilgi için tık...
10.7.07
Haydi Yallah
Aklımın başıma gelmesi için illa doktorun "sigarayı bırak yoksa bacağını keseceğiz" demesi mi lazım diye düşünüp hayıflanırken bugün öğle sıcağında(sıcakta mı çalışıyor kafa nedir) beşiktaş yolunda ben ve bir grup arkadaş sigarayı bırakma kararı aldık.
Bu sigarayı bırakma hadisesi, psikolojik hazırlık gerektiriyor, bu nedenle tatil dönüşünü sigarayı bırakma tarihi olarak belirledik, sağolsun arkadaşlara da uydu bu takvim.
- Sigara bırakma tarihi belirleyeceğim, günü seçerken stresli olmayacağım sakin bir dönem tercih edeceğim. 15 gün idealmiş, çok uzatmamaya dikkat edeceğim (yaptım bunu)
- Sigarayı bırakacağım güne kadar, sigara alışkanlığımı değiştirmeye çalışacağım, sigara içmeyi tetikleyen uyaranlara ters yaklaşacağım. Sigarayı yemekten sonra değil önce içeceğim. Çay kahve tüketimimi azaltacağım. Meyve suyunun kitabını yazacağım. Süt içeceğim süt içireceğim. Toplu taşım aracından indikten hemen sonra sigara yakmayacağım. Sigara içme eylemini rahatsız bir hale getireceğim, mesela rahat rahat otururken değil ayakta sigara içeceğim. Böyle böyle metabolizmamın sigaraya ait akışını bozacağım, salak edeceğim.
- Bırakma gününe kadar ve ondan sonra stres yapmayacağım. Sigara olmadan da yaşanabileceğini aklımdan çıkartmayacağım. Daha önceki denemelerimde beni zorlayan bir daha sigara içemeyecek olmam düşüncesi idi. Bu düşünceyi bastırmamaya, onun anlamsız olduğunu farketmeye çalışacağım. Şevkimi kırmayacağım.
- “Sigarayı mı bırakıyorsun, bir hafta sonra başlarsın ehehhehüe” diyenlere “görüceeez” diye mukabele edip işi inada bindireceğim. Yılmayacağım. (Fırat sana diyorum :) )
- Sigarayı bıraktıktan sonra özellikle ilk hafta sersemlik, ebleklik, dikkati toplayamama, asabiyet, telaffuz güçlükleri gibi etkiler olacak, önceki tecrübelerimden bunların geçici ve benim dayanabileceğim şiddette olacağını biliyorum. Unutmayacağım.
- Ofisteki dolabıma, meyve suyu, bisküvi, kraker vb gıda maddesi zulalayacağım. Canım sigara istedikçe bu gıdalardan azar azar tüketeceğim. Ama abartmayacağım. (zaten kilo alamıyorum ben pek, ehehe)
- Bir iki hafta içinde yoksunluk belirtileri geçecek. Sabredeceğim. 1. ve 6. ayın sonunda aklıma gelen “ohoo bak ne güzel bıraktım, şimdi bi tane içersem bişey olmaz, gene bırakabilirim nasıl olsa” gibi şu an gerzekçe, o an çok mantıklı gelen cümleler kurmayacağım. Akıllı olacağım.
- Benimle birlikte sigarayı bırakan duman avcısı, sağlık neferi güzide arkadaşlarımla biraraya geldiğimde “yahu ne iyi ettik de bıraktık, baksana senin cildin pek bir güzelleşmiş”, “bıraktığımdan beri fişek gibiyim, turp gibiyim peh peh”, “hacım eskiden bu merdiveni çıkarken soluk soluğa kalıyorduk, şimdi bak tavşan gibi sekiyoruz heyyyooo” gibi moral yükseltici konuşmalar yapacak, gözyaşlarımı içime akıtacağım. :)
- Sigarayı bıraktığım gün spor salonuna başlayacağım. Bench press, cardio derken vereceğim endorfini, vereceğim adrenalini. Pırıl pırıl olacağım.
- Sigaraya harcadığım parayla kendime güzellikler yapacağım, dvd alacağım, paintball marker alacağım, plastik model alacağım. Reel sektöre katkı sağlayacağım. Gezeceğim göreceğim, görürsün sana neler edeceğim.
- Her şey bir yana arkadaşlarla kararlaştırdığımız yemek ısmarlama cezasına düşmemek ve cümle aleme rezil olmamak için sigaraya başlamayacağım. (1 milyar hesap geldi geçen sefer)
- Başlamayacağım. O ilk sigarayı içmeyeceğim.
- İşbu belge 13 madde olup imzalanıp vs. Vs.
İnat ettim bakalım, gazamız mübarek ola.
26.6.07
Kaldırımlar
Sokaktayım, kimsesiz bir sokak ortasında;
Yürüyorum, arkama bakmadan yürüyorum.
Yolumun karanlığa saplanan noktasında,
Sanki beni bekleyen bir hayal görüyorum.
Kara gökler kül rengi bulutlarla kapanık;
Evlerin bacasını kolluyor yıldırımlar.
İn cin uykuda, yalnız iki yoldaş uyanık;
Biri benim, biri de serseri kaldırımlar.
Içimde damla damla bir korku birikiyor;
Sanıyorum, her sokak başını kesmiş devler.
Üstüme camlarını hep simsiyah dikiyor,
Gözüne mil çekilmiş bir âmâ gibi evler.
Kaldırımlar, çilekeş yalnızların annesi;
Kaldırımlar, içimde yaşamış bir insandır.
Kaldırımlar, duyulur ses kesilince sesi;
Kaldırımlar; içimde kıvrılan bir lisandır.
Bana düşmez can vermek, yumuşak bir kucakta;
Ben bu kaldırımlarin emzirdiği çocuğum!
Aman, sabah olmasın, bu karanlık sokakta;
Bu karanlık sokakta bitmesin yolculuğum.
Ben gideyim, yol gitsin, ben gideyim yol gitsin;
Iki yanimdan aksın, bir sel gibi fenerler.
Tak, tak, ayak seslerimi aç köpekler işitsin;
Yolumun zafer tâki, gölgeden taş kemerler.
Ne sabahı göreyim, ne sabah görüneyim;
Gündüzler size kalsın, verin karanlıkları!
Islak bir yorgan gibi, sımsıkı bürüneyim;
Örtün, üstüme örtün, serin karanlıkları.
Uzanıverse gövdem, taşlara boydan boya;
Alsa buz gibi taşlar alnımdan bu ateşi.
Dalıp sokaklar kadar esrarlı bir uykuya,
Ölse, kaldırımlarin kara sevdalı eşi...
(1927)
Necip Fazil Kısakürek
18.5.07
Lost Heroes
Halka hizmet Hakka hizmettir düsturuyla teorilere bir açılım getirmeyi bir görev addeddim. buyrun.
Efendim aslında bu amerikan dizilerinin hepisi birbiri ile bağlantılı. Dizi karakterleri sadece kendi dizileri içindeki karakterlerle değil aynı dönem dizilerindeki karakterler ile ilişik. Bir cross over karakterizasyon durumu mevcut (Turuncu beyaz - Turuncu - Yeşil Beyaz - Mavi öeehhh)
İşte bir diğer harici dizi bağlantısı, Las Vegastan tanıdığımız Nessa. Dany makkoy Avustralya yolunda kaybolunca Ed Deline bu masum krupiyenin altına helikopter çeker ve Dany'yi bulması için gönderir. Ondan sonra sen helikopter adanın manyetik alanına kapıl. sen düş!!!
Daha bir sürü bağlantı var, mesela Lost Room da oynayan bir ablamız Lost ta da karşımıza çıkıyor, My wife and kidsteki ukala zibidi aynen heroes da da var.
Büyük bir komplo var, hepimizi kandırıyorlar. bigün "bütün diziler aslında bağlantılı, lostta olan herşey heroes daki nakamuranın babasının rüyasıdır" derlerse şaşırmayın diye söylüyorum.
4.5.07
Pipo, Bir Alışveriş Hikayesi
Beyaz adam, tütünü bir süre çiğnedikten ve purosunu ağzının kenarından üfledikten sonra sanayileştirip kağıda sararak sigara formatına soktu. Doğuda ise daha eksantrik yöntemler uyguladık, dumanı suyla yıkayıp fokurdata fokurdata içimize çektik.
Günümüzde ise tiryakilerine en iyi lojistik destek veren versiyon sigara. Mobil bir nargile edinememiş olmam nedeniyle nargileden, tükürük hokkası muessesemizin olmayışından dolayı tütün çiğnemekten uzak kalıyordum günlük hayatta. Dolayısıyla sigara tiryakiliği kariyerim yıllar geçtikçe gelişmekte idi.
Geçmişteki sigarayı bırakma denemelerimin nikotin yoksunluğu buhranları sonunda başarısızlığa uğraması ve psikolojik olarak çöküntü yaratması nedeniyle sigarayı bırakıp tütünü en azından bir süre daha tüketme gibi abuk olarak nitelendirilebilecek bir yöntem tutturdum bu sefer.
Nargileye göre daha kısa sürede içilmesi ve nispeten kolay kullanılması nedeniyle alternatif tütün aracım olarak pipoyu seçtim. Daha önceleri de meraktan pipoyu denemiş, aldığım 2 pipoyu da çatlatınca ister istemez pipodan ayrı kalmıştım. Çatlamayacak kadar kaliteli, bütçeyi sarsmayacak kadar uygun fiyatlı bir pipo modelini belirledikten sonra bu konuda gaza getirdiğim bir arkadaşla beraber tuttuk
Dükkana özenti gençler macera arıyor çağrışımlı ürkek bakışlarla girmiş olacağız ki mekan sahibi beyefendi şöyle bir baştan ayağa süzdü bizi. Dedik ki “biz pipo edinmek isteriz, internette çok methinizi duyduk, kalktık geldik”. Göbekli beyamca bizi bir kez daha süzdükten sonra “pipo tecrübeniz var mı bakalım” mealli bir soru yöneltti. Ben yabancı ortamların mahçup ördeği gibi kafamı sağa sola sallarken dili kopasıca arkadaş ünledi: “ben yeni başlayacağım ama bu arkadaş tecrübeli”
Belki türkiyenin en büyük pipo üreticisinin meşe mobilyalı dükkanında etrafımızdaki yüzlerce pipo kolisinin orta yerinde pipo konusunda tecrübeli olduğu iddia edilen ben ve karşımda hayatını pipo odaklı yaşayan göbekli bir beyefendi ve 4 arkadaşı. Siz tahmin edin bendeki sıkıntıyı. Beyamcanın gönlü çok fazla can çekişmeme dayanamamış olacak ki soruyu patlattı.
“Kaç tane pipon var bakayım senin?”
Mazimde iki pipo çatlatmış çok tecrübeli(!) bir pipo tiryakisi olarak pipoların efendisi tarafından alışveriş boyunca çiğnenmemek için yenilgiyi kabul ettim ve bu konuda bir halt bilmediğimi itiraf ettim. “İki pipom vardı ama çatladılar, pek iyi değillerdi, pek bilmiyorum ben ık mık”
Neyse ki ben yerle yeksan olunca ortamdaki ağır abilerin görüş alanından çıktım, gidip gözüme en ucuz gözüken pipoların yanına çöreklendim. Bu arada satıcı abi gözucuyla benim ucuzcu olduğumu tahlil etmiş olacak ki bizim arkadaşa yöneltti ilgisini. Efendime söyleyeyim, başladı filtre çeşitlerinden, sap şekillerine, ağacından işlemesine pipoları anlatmaya.
Madem amca anlatıyor buraya bir parantez daha açalım; oltu taşı gibi alternatif hammaddeler olmakla birlikte pipolar genellikle gül ağacının kökünden yapılıyor imiş. Sapının şekli, piponun rengi, üzerinin işlemesi kullanan kişinin karakteri ile bağlantılı imiş. Filtresi kişisel tercihe bağlı olmakla birlikte balsa, metal ve aktif filtreler arasında en sağlıklısı aktif karbon filtre imiş.
Bu bilgiler ışığında karakterime ve maaşıma en uygun pipoyu hemen yanımdaki dolaptan seçiverdim. Balsa veya aktif filtre takılabilen, eğik saplı, düz siyah bir güzellik. Size de oluyor mu bilmiyorum, hani örneğin bir ayakkabıcıya girersiniz ve bir tanesi uzaktan “ben burdayım” diye seslenir. gördüğünüz anda bilirsiniz alacağınız modelin o olduğunu. İşte o hesap.
Ben ucuz dolabından karagözlümü alırken pipocu beyefendi arkadaşıma 10 milyona pipo çakmağını kakalamaktaydı. Fiyattan bahsetmişken, eli yüzü düzgün bir pipo için en az 50 lirayı gözden çıkartmak gerekiyor. Fiyat konusunda herhangi bir üst limit yok. Öğrendiğime göre kullanılmış pipolar yeni pipolardan daha pahalı.
Hemen bir parantez daha açıyorum köşelisinden: eskiden soylu aileler çocukları olduğunda bir pipo yaptırır ve bir denizciye emanet verirlermiş, denizcinin uzun yıllar kullandığı pipo 18. yaşgününde genç asilzadeye armağan edilirmiş. Aynı söylentinin pipoların uşaklara verildiği bir versiyonu var ki 18 sene sonra adamı bulabilmek adına daha mantıklı.
Acaba pipo eskitme işine mi girsem diye düşünüp Çin modeli seri üretim yapan stadyum büyüklüğünde bir fabrika ve pipo içen binlerce elemanı kapsayan bir iş modeli kurarken ödeme zamanı geldi.
Daha önceki engin pipo tecrübelerimden kalan bir pipo çakım olduğundan ve bio-aktif, süper emici karbon-kriptonit filtrelere burun kıvırdığımdan çok fazla öpülmeden hesap olayını kapatabildim, aynı şeyi arkadaş için söyleyemeyeceğim. Çakısı, çakmağı, filtresi, temizleme çubuğu derken 150 milyona anlaştılar, ayağımız alıştı.
Çok uzattım farkındayım neticeye gelecek olursak, çok süper bir pipo tiryakisi olmadığımdan şimdilik 1 pipo ile idare ediyorum, gündüzleri iş yerinde züppe entel damgası yemekten kaçındığımdan gün ışığında tütün tüketimim sıfıra yakınsıyor. Sigaraya elveda dedim, akşamdan akşama pipo ile devam ediyorum.
Simülatör de olsa emektar u-botumla ingiliz sahillerinde fink atarken pipomu körüklüyor, büyük şef On Ayı’nın ellerinden öpüyorum.
1.5.07
Bazıları gıcık sever
25.4.07
20.4.07
Meme üzerinden ırkçılık
18.4.07
Mordor Konsolosluğu (İstanbul)
E tabi manzara böyleyken fotoğraf çekmesek olmaz. Yanlış asa ile çekmeyi deneyince de fotoğraf soldaki gibi görünmekte.
Bir alt postta resmi olan sevgili abimiz de bir adet kara kule ekledi, oldu mu sana mordor konsolosluğu.
Bu da şirketin yangın merdiveninden çekilmiş bir fotoğraf, her yer mavi mavi oldu maksat renk olsun.
17.4.07
Grafik Tablet
Gel gör ki bu grafik tablet denen meret gayet eğlenceli bir alet. Şekilde görüldüğü gibi tabletle birlikte bir kalem bir adet de mouse gelmekte. Piller de kutuya dahil :)
Aşağıda işyerinden çok sevdiğim bir abimin resmi mevcut, bahsi geçen grafik tablet ile yaptım. Kısa sürede bu kadar oldu. Baya bir fırın ekmek yiyip birşeyler çiziktirebilenler kadrosuna girmeye niyetliyim.
Yeni resimler yaptıkça buraya ekleyesim geliyor... buyrun bu da Erçin Hocam.
sanatın ve sanatçının dostu 3Kardeşler grafik tabletçilik sundu...
6.4.07
Kiwi
Bazı günler tek istediğim yoğun günün akşamında 1 saat Uçmak.
Kiwi beni anlardı...
(Animasyon Dony Permedi'ye ait, ellerine sağlık)
Romatoid Artrit
doktor ağır ağır muayenesini yapar. büyük bir ciddiyetle tansiyon ölçer, nabız sayar. hareket kısıtlılığı var mı bakar vs.
- şimdi şöyle iki tip romatizma var, şimdi sizde bulunan romatizmaaa
- (özel muayene olunca siz olduk di mi, negzel anlatıyon bak)
- büyük eklemleri tutan
- (bismillahirrahmanirrahim)
- kalp kapakçıklarına yerleşeeen
- (eşhedüenlaa...)
- romatizma tipinde.
- (aha aha aha)
- değil!!!
- (ulan doktor gibi ben senin)
- tedavisi yok, bununla yaşamayı öğreneceksin
- (bunu sağlık ansiklopedisi de dediydi zaten)
bunun akabinde hasta diyaloğu takdire şayan bu doktorumuz, prospektüsü 3 sayfa, yan etkileri sistemlere göre gruplanarak listelenmiş bir ilaç yazar. ilacın amacı romatizmanın yayılmasını önlemeye çalışmak olup, prospektüsteki yan etkileri arasında seksüel disfonksiyon bile vardır.
yemişim romatizmayı deyip ilaç bırakılır.
HEROES
Birbiri ile alakasız görünen karakterler yine göbekten bağlı, o bunun babası, öbürüküsü eltisi falan derken işler karışıyor.
Yaptığım ufak bir araştırmada, çocukken süpermen(!) okuyup telekinezi falan gibi mevzulara aklının ermeye başladığı yaşlarda masanın üstündeki nesneleri beyin gücüyle hareket ettirmeye ıkınan deneklerin diziye gönülden bağlandıklarını tespit ettim.
Arkasından konuşmak gibi olmasın karakterlerimizi çekiştirelim biraz. Yüzlerine de söylerim gerçi.
Kendi kendini iyileştiren bu bacımız garip bir depresyon içerisinde bünyeyi sağa sola vuruyor. “vay benim babam beni kandırıyor, zaten üvey evladım, nedir bu benim çektiğim çile” şeklinde gezip depresyon ticareti yapıyor, hırkaya dikkatinizi çekerim.
Gücü : Kendi kendini iyileştirme.
Doğum yeri : masaçüses
Meslek : Öğrenci
Hobileri : yüksekten atlamak, çöp öğütme makinasına kol sokmak. Kaburga ittirmek.
Fobileri : Otopside uyanmak, bi de kan görmeye dayanamıyor.
Hiro Nakamura (Hirocan)
Saati durduracam, uzayı bükecem diye ıkınmaktan basuru patlatan hiro çabalarının meyvelerini toplar, kendini süper kahraman kadrosuna aldırır. Ancak güçleri gelip gitmektedir. Hiro samuray gazıyla kendini kılıca katanaya adar. Babadan torpilli hiromuz sempatikliği ile, örf ve ananelere önem veren japon terbiyesi ile gönlümüzün kahramanıdır. Kerata amerikaya geldi sevgili bile yaptı kendine. Macera dolu amerika.
Doğum yeri : Tokyo
Meslek : Cubicle Nöbetçisi
Hobileri : Ikınmak, Nissan Versaya binmek, sempatiklik yapmak.
Fobileri : Lüzumsuz olmak, aman gücüm zayi olmasın.
Isaac Mendez (Entel)
İzhak kendi halinde bir ressam, kafası iyiyken yaptığı resimlerin gelecekten haber verdiğini keşfedince tribe girip artis artis hareketler yapıyor. “Aman hatun beni terketmesin, aman nivyorka zeval gelmesin” diye kendini paralarken iyice sıçıp batırıyor. be adam sen bi kendine çeki düzen ver, bi gusül abdesti al, iki rekat namaz kıl, istiareye yat zaten görürsün ne gerekiyorsa. yeteneğini kafa bulmak için bahane eden bir dangoz olduğunu tahmin ediyorum.
Gücü : gaipten haber vermek.
Doğum yeri : New York
Meslek : Problemli sanatçı
Hobileri : geçen gün bi çakmışım kafa bi milyon hoca edebiyatı
Fobileri : toplumdan dışlanmak.
Matt Parkman (Gariban)
Ne yapsa yaranamayan adamlar vardır da, işte bu öyle bi adamcağız. Mel Gibson gibi düşünce okuyor fakat sadece kadınlarınkini değil. Evliliğimi kurtaracağım diye yatakta hanıma parende attırıyor, hatunu mücevherata boğuyor gene yaranamıyor. yazık be.
Gücü : Düşünce okumak
Doğum yeri : Misisipi
Meslek : Aynasız
Hobileri : telkinle donut yemek, boynuzlarını cilalamak.
Fobileri : Hanımdan tekme yemek
Micah Sanders (Küçük Emrah)
Baba mapusta, Ana kötü yola düşmüş. Bu çocukçağız da çabalıyor ki mutlu bir aile ortamı bulabilir miyim diye. My wife and kids dizisinde de ukala veledi oynuyordu, aynı özellikler burda da var. Eli tamire yatkın bir nevi Anakin Skywalker. Yarın öbürgün laptoplardan lazeryon yapıp dark side'a geçerse şaşırmayın. Gene de aile kurbanı bir evlat, kıyamam.
Gücü : Tamir mamir, öyle işler.
Doğum Yeri : Nort karolayna
Meslek : Öğrenci
Hobileri : Laptop sökmek takmak
Fobileri : Yuvasının dağılması.
Mohinder Suresh (Prof_34M)
Bu kardeşimiz de babasının yüzünden kendini mutant peşinde bulmuş bir mecnun. Çok fazla X-Men okuduğundan "Mutant okulu kursam, aylık kelle başı 3000$ alırım paraya para demem" gazı alıp kendini Xavier moduna sokmaya çalışıyor. Kapı kapı gezip "Evin hanımı ile görüşebilir miyim, güçleri var sanırım" diye çırpınıyor. Be adam sen koskoca bir profesör olmuşsun, ne işin var gurbette taksicilik yapıyorsun? biraz akıllı olsana be güzelim. Başına bin türlü iş geldi akıllanmadın, ganj ırmağının kenarına oturur ağlarsın tabi.
Gücü : İnadı
Doğum yeri : Pencap
Meslek : Öğretim görevlisi
Hobileri : Mutant peşinde koşmak, bilimsel uğraşlar falan.
Fobileri : Babasına layık bir evlat olamamak.
Nathan Petrelli (Cemuzan)
Senatörlük peşinde bir garip adam. Kendini bu derece kampanyaya seçime vermesi iktidar problemleri olduğunu düşündürüyor. Güçlerinden çekiniyor, bilinmesini istemiyor. Mafya yüzünden karısı sakat kalmış, onun intikamını alacak herhal, bekliyoruz.
Gücü : Uçuyor
Doğum yeri : Yukarı bruklin
Meslek : Avukat – Senatör adayı
Hobileri : Kadınlara düşkün biraz.
Fobileri : Aman gücüm bilinmesin, uçtuğum duyulmasın. (salak)
Peter Petrelli (Otlakçı)
Rüyalarının peşinde kendini heder ediyor bu kardeşimiz, lan acep ben sıyırıyor muyum diye düşünmeden uçabileceğine inanması yaşına rağmen pokemondan etkilenebilecek bir zeka seviyesinde olduğunu düşündürüyor, haklı çıkması ise tamamiyle tesadüf. kendisini yancı zannedip gereksiz bir hero olduğunu düşünen izleyiciler ise ilerleyen bölümlerde şaşıracaklar.
Gücü : Uçuyor, görükmez oluyor, kendini iyileştiriyor, her yol var pezemenkte.
Doğum yeri : Yukarı bruklin
Meslek : Hastabakıcı
Hobileri : Hayaller kurmak, o hayallere inanmak.
Fobileri : Sağı solu patlatacam diye korkuyor garibim.
Ahmet Saylır (Zırzop)
Dizinin şerefsizi bu. Yüce bilge Ben amcanın "Büyük güç beraberinde büyük sorumluluk getirir" sözünü unutup, kendini karanlık tarafa kaptırmış bir karakter. Allah ıslah etsin.
Gücü : Yakaladığı heroların beyinlerini söküp güçlerini ele geçirebiliyor, artık beyinleri yiyor mu, üstüne başına mı sürüyor nasıl yapıyor bilemiyoruz..
Doğum yeri : Bilinmiyor
Meslek : Saatçi
Hobileri : Konserve açmak.
Fobileri : Allahtan bile korkusu yok itin.
Niki Sanders (Mrs.Hyde)
Garibim miccah'ın anası. Kocası hapse düşüp, manava kasaba borcu kabarınca hesabı ödemek için internette soyunan bu ablamız "bir ben var benden içeri" sözüne güzel bir örnek teşkil ediyor. Aynalarla falan konuşuyor, büyük ihtimal yönetmen orda simgesel bir anlatım yakalamak, insanın kendi içindeki şeytanı betimlemek istemiştir ama ben ablaya bakmaktan mesajı biraz kaçırdım.
Gücü : Deli kuvveti
Doğum Yeri : waşinton
Meslek : Milliyet internet güzeli
Hobileri : Evde film çekmek.
Fobileri : Evladından ayrı düşmek.
23 Nisan itibariyle tatil bitiyor, Heroes geri geliyor.
Resmi Web Sitesi : http://www.nbc.com/Heroes/
Bu da Zeroes : http://www.youtube.com/watch?v=IWJJBwKhvp4
25.2.07
Odamı Kaybettim, Hükümsüzdür
Dizi, kızını kurtarmaya çalışan polis klişesine fantastik öğeler ve hoş karakterler eklemeyi başarmış, dolayısıyla ileriye dönük merakla kendini izletiyor. İcon- adventure seven kişileri baştan çıkaran objeler de diziye kolay bağlanmaya katkı sağlıyor.
Alacakaranlık kuşağını rahmetle ananlara ve Lost'tan bunalıp biten hikayelere hasret kalmış bünyelere ilaç gibi...
http://www.scifi.com/lostroom/
http://sozluk.sourtimes.org/show.asp?t=the+lost+room
Irkçılık yapanı Allah çarpar
Film çok sevdiğim, birbiri ile tesadüfle bağlı karakterleri rekürsif bir kurgu ile veren tarzda hazırlanmış. Karakterler iyi kotarılmış, senaryo da gayet güzel.
Herşey bir yana film göçmen ve azınlık konularına göre konumlanışı itibari ile mutluluk verici. Monster's ball kadar teğet geçmiyor, çapı gören çevre açıdan bakıyor.
Filmi oldukça geç izledim. Etkilenmedim dersem yalan olur. İşin güzel tarafı bu film bu ayın Film dergisinin hediyesi, dergi ile birlikte toplamda 7.5 Tl. Dolayısıyla ucuz dvd raflarından da edinilebilir.
22.2.07
Saklanan Jaguar, Pırtlayan Aslan
Filmde kendi halinde zevzeklikler yaparak geçinen maya genci Jaguar Paw'ın yaşamından bir kesit izliyoruz.
Gibson'un kör göze parmak dehşetengiz çekimleri ile rahatsız oluyor, filmin tümüne hakim deus ex machina ile öeh diyoruz.
Filmde cennetten inip ana karakteri kurtaran tanrı imajı o kadar ön planda ki, film tırmanışının başında izleyiciyi kendinden soğutuyor. Yazılı mecrada çok göze batmayan bu konseptin görsel medyaya aktarımında yumuşatılmasının gerektiğini düşünüyorum ki bunun güzel bir örneğini Troy'da görmüştük. Zira destanda Paris savaştan Tanrı tarafından gönderilen bir mucize ile kurtulur. Filmde ise Paris'i Menelaus'un elinden Hector'un aldığını görürüz. Bu örnekte ise Mel Gibson, senaryosunun yazımına da dahil olduğu bu filmde tanrının elini sık sık gösteriyor.
Paw tam kurban edilecekken güneşin tutulması, mağaradaki aileye gökten düşen maymun, kumsalda sıkışan Paw'a hızır gibi yetişen ispanyol dumuru gibi abukluklar güzel olabilecek bir filmi vasat seviyesine indirgiyor, bizi üzüyor.
Sevgili mel, aptal değiliz, jaguarın adamı yediğini yüzünün kedi tarafından parçalandığını görmeden de anlarız biz, ayıp değil mi bu kadar kolay film.