30.12.07
24.10.07
GO
Oyunu matematikle uğraşan kişilerle bağdaştırdığım için ve kendim de sayısal mezunu olduğumdan GO oynamaya özenmiştim o zamanlar. Tabi tahtayı taşları edinip sonra siyahlarla beştaş oynamamak adına oyunu öğrenmek gerekiyor.
GO öğrenmesi kolay, ustalaşması zor bir oyun. basit birkaç kuralı var ki kavraması 3 dk kadar sürüyor. Daha sonra oyunu hakkıyla oynamak için insanın yıllarını vermesi gerekiyormuş. Kendim dönem dönem popüler objelere maymun iştahlı olduğumdan ve GO'da ustalaşmak için gerekli olan akli-ruhi melekeleri taşımadığımdan kumda oynama mertebesinde karar kıldım. Övünmek gibi olmasın çok mütevazi insanımdır, kendimi ve sınırlarımı bilirim, övünmeyi de hiç sevmem.
GO, rakiplerin Siyah veya Beyaz taşlarıyla tahta(goban) üzerinde hakimiyet kurmaya çalışmalarına dayalı bir oyun. Taşlar hareket ettirilmiyor, ancak rakip taşlarla çevrelenirse tahtadan alınıyor. Tahtayı domine eden kazanıyor, ele geçirilen rakip taş sayısı da bir etken tabi. Genelde satrançla karşılaştırılıyor ve GO hakkinda "Satranç muhasebecilerin, GO filozofların oyunudur" gibi büyük laflar ediliyor. Tasvip etmiyorum, sonuçta satranç da bu camiaya yüzyıllarını vermiş sevdiğimiz bir oyun. Bununla birlikte GO oyununun sezgisel olduğu su götürmez, çünkü bir taşın değeri tahtadaki komşularıyla oldukça fazla ilintili. Oyun aniden dönebiliyor. Taş değerlerinin hesaplanması zor olduğundan ve hamle ihtimal sayıları uçuk olduğundan satrançtaki gibi usta oyuncuları yenecek bilgisayar programları üretilemiyor. Bu durum ilk etapta insana "İşte insan aklının ve yüreğinin elektroniğe üstün geldiği bir başka nokta" sevinci yaşatsa da bedava bir program 9x9 luk tahtayı koltukaltınıza sıkıştırdığında gözlerde hafif bir oynamaya sebep olabiliyor.
Oyuna heveslenen arkadaşlara şu linkler oldukça faydalı olacaktır.
Oyun ve kuralları ile ilgili bilgiler, interaktif örnekler.
Turkiye Go oyuncuları derneği
Vikipedi
18.10.07
Kedi Köftesi Hamster Hayvanı
Tahmin ediyorum ki çok ürediklerini söylediğim anda gözlerde bir parlama oldu. Hamster denen canlının 1 ayda ergen olduğunu, 15 günde doğurduğunu ve bir batında ~10 yavru verdiğini öğrenince benim de gözümde Kötek Hamster Üretme Çiftlikleri ve Peynircilik, Hafriyat Sn. tic. ltd. şti şeklinde bir ticari sicil gazetesi ilanı canlanmıştı ama sermaye bulamadım.
Efendim başa döneyim, hayvanat bayiindeki arkadaş benim "Ben bu hamster denen şeyden alacak idim, neler almam lazım" şeklindeki sorumdan hamster camiasına yabancı olduğumu anlayınca, kafesle beraber, talaş, yem suluk vb elzem edevatın yanında ballı yem, hamster parfümü, ekstra talaş falan da kakalamayı ihmal etmedi. ballı yemleri hamster tüketti, kafes koku yapmasın diye sattıkları suyu da parfüm niyetine ben kullanıyorum, daha iki sene gider bana.
Hamster denen zibidi daha çok geceleri aktif. Geceyarısından sonra sabaha kadar yemek, spor, temizlik döngüsüne giriyor. Sabah olunca da akşama uyanmak üzere uykuya yatıyor. Çok temiz, titiz terbiyeli bir tür olduklarına dair söylentiler var ancak 4 aydır bakıyorum, öyle bir ışık göremedim. Elalemin hemstırı tuvaletini belli bir yere yapıyormuş, bizimkisinin tekerleğini pok götürüyor. Aileden gelen bir eğitim sanırım, bizimkisi alamamış. Huyu da pis, iki sevelim diyoruz, sıkıya gelince ısırıyor.
Hayvanın güzel tarafları da yok değil. Sevimli olmasının yanında pisboğaz olması ve yemek seçmemesi nedeniyle problemsiz bir ev hayvanı. kuruyemiş, sebze, meyve ne bulursa yiyor. Eline aldığı şeyin ağzında kaybolmasından Agop'un kazı gibi götürdüğünü zannedebilirsiniz ancak işin aslı o değil. Yemeği bulduğu zaman yanaklarına (avurduna) dolduruyor daha sonra da yiyemediklerini çıkartıp bir yere saklıyor.
İnternette sık sorulan bir soru da hamster'ın cinsiyetinin nasıl anlaşılacağı; kişisel tecrübem şu: eğer yavru hamster erkekse iki hafta içinde direk anlaşılıyor zaten.
Sonuç olarak evde beslemeye uygun, sevimli bir hayvan, kısa ömürlü olması kötü. Maksimum 3 yıl ömür biçiyorlar. Yalnız yaşamaya da uygun oldukları söyleniyor ki evin istila edilmesini istemediğimden beyefendiye eş almayı planlamıyorum. Köfte bey bekar haliyle bize yetiyor.
Görsel: Mr Da Trang veya Jenniek ns bilemedim...
14.10.07
Santralİstanbul
Osmanlı İmparatorluğunun ilk ve tek termik santrali olan Silahtarağa elektrik santrali 1914 yılında devreye girmiş. 1921
Santrali kuran Macar Ganz Elektrik şirketi, daha önceleri de tramvaylar için doğru akım dinamosu vb alet edevatın kurulumunu yapmış. 1923 te Ankara hükümeti de şirketle çalışmaya devam etmiş, hatta şirketin sermayesi yükseltilmiş ve çalışanların Türk olması zorunluluğu getirilmiş.
Kapatıldıktan sonra tahmin edileceği gibi bakımsız kalan santral binası ve arazisi daha sonra Bilgi Üniversitesi tarafından satın alınıyor ve modern sanatlar müzesine dönüştürülüyor. Bizim ilgimizi çeken modern sanatlardan ziyade alet-i metrukelerdi. Enerji müzesinde santralde kullanılan türbinler, kontrol cihazlar vb yanında interaktif sunumlar da hazırlanmış. Kendi elektriğini kendin yap, işlet, devret şeklinde aletler de mevcutmuş fakat zamanımızın kısıtlılığından keşfedemediğimiz bölümlerde kaldılar.
Kontrol odası, türbinler ve genel olarak bina görmeye değer. Fotoğraf makinasının azizliğinden yeterli fotoğraf çekemedim ancak Burak sağolsun fotoğraf makinasını paylaştı.
Google It...
Arada spesifik tanım verenler de düşüyor : memeleri çıplak olsun
Bütün bu terbiyesizlerin buraya düşmesine sebep yazı da burada...
Gözü dönüp Google'da meme diye aratıp gelenlere sesleniyorum:
Nasihattan anlamayanı azarlamak lazımdır, azarlamayla da yola gelmeyen ise dayağı haketmiştir.
Counter Hizmeti : StatCounter
27.9.07
Trombosit
Kan bağışında, yapılan bağıştan elde edilen kan üzerinde test yapabildikleri için bağış öncesi sadece kan sayımı ve tansiyon alınırken trombosit bağışında önce kan alınıyor ve inceleniyor. Vücutta enfeksiyon varsa veya kan değerleri belirlenen sınırlar içinde değilse trombosit almıyorlar. Yine pıhtılaşmayı etkileyen ilaçlar (aspirin vb), antibiyotikler trombosit donöründe aranan özellikler değil.
Neyse, test için kan verdik, yaklaşık 3 saat sonra gelin dediler, testler 1 saatte çıkıyormuş fakat trombosit süzmek uzun sürdüğü için sıra varmış. Peki dedik çıktık. Buraya kadar birinci çoğul şahıs gidiyordum anlaşılmıştır yanımda bir arkadaşım daha vardı, (Ertan), onun sağolsun annesinin evi yakınmış, gittik öğle yemeği, sohbet, çay derken oyalandık, saati getirttik.
Efendim gidip saatinde kan bankasına teslim olduk ki Ertandan trombosit alınmayacağı ortaya çıktı, bazı kan değerleri uygun değilmiş, dolayısıyla kaytardı kendisi. Sıram gelince oturdum koltuğa, sağolsun hemşireanımlar ilgilendiler, iki koldan iğnelediler, makina çalışmaya başladı. Sözkonusu makina enteresan. Yaş, kilo, boy ve sanırım kan değerlerini giriyorsunuz, alet size ne kadar bağlı kalacağınızı söylüyor. Benim hesap 50 dakika çıktı. Sağ koldan kan almaya başladılar, devirdaim başlayana kadar sol koldan serum verdi makina, sonra borudan kan gelmeye başladı. Japonlar yapmış hakikaten, kan hiçbir şekilde makinaya temas etmeden süzülüyor, steril bir set içerisinde trombositin, yan malzemelerin toplandığı torbalar ve santrifüje takılan ayırıcı aparat geliyor, makinaya giydirilen bu setin içinde kanınız döndürülüp yine size geri veriliyor. Maalesef santrifüj kısmı kapalı olduğu için alet torbanın içindeki kanı nasıl döndürüyor, nasıl ayırıyor çözemedim, geçişken zar gibi bişey de olabilir.
50 dakika kadar kral tv izledikten sonra makina bipledi, vınladı, kan almayı kesti, setin içinde kalan kanı da iade edip durdu. İğneleri çıkardılar, meyve suyu ve vişneli brownie ikram ettiler. Genel olarak prosedür donör için basit ve rahat, can acısı falan olmuyor. Benim yaşadığım tek yan etki yüzümün uyuştuğunu hissetmemdi ki kanın makinada pıhtılaşmaması için verilen pıhtılaşma önleyici ilaç sebebiyle oluyormuş. İşlemin tek can sıkıcı tarafı can sıkıcı olması. 50-60 dakika ööle yatıyorsunuz. Gene doktorlar hemşireler arada gelip “iyi misiniz” şeklinde ilgileniyorlar, zaman geçiyor. İşlem akabinde biriki saat araba kullanmamamı, bilgisayar gibi dikkat isteyen(!) işlerle ilgilenmememi tavsiye edip yola vurdular.
Dönüşü kadıköy üzerinden vapurla yaptım. Akşam güneşinde boğaz mükemmeldi, gel gör ki fotoğraf makinası yoktu yanımda.
21.8.07
Güzel Çevremiz
Çevre bilinci oluşturacağız.
Dünyayı kurtaracağız.
Çevre çok önemli birşey. Çevre olmasaydı hiçbirimiz olmazdık. Bu nedenle çevre deyince akan sular durur, çevreyi korumazsak da akan sular durur.
Hepimiz çevreye zarar veren davranışlarda bulunuyoruz zaman zaman, hatta ben bile....
Gelelim mevzumuza, 15 Ekim günü tüm dünya çapında çevre sorunlarına dikkat çekmek adına bir blog çalışması yapılacak. Konu ile ilgili şuradan bilgi alabilirsiniz.
Yazı yazmak aynı saçma maili yüzbin kere birbirine göndermekten çok daha güzel.
Ben şimdiden çevre duyarlılığımı gösteriyor ve ilkokulda çevre ile ilgili yazdığım bir kompozisyonu sizinle paylaşıyorum. Unutulur munutulur, benden çıksın.
Çevre...
14.8.07
Yallah Şöfer
Oldukça basit bir iskelet üzerine monte motor tahrikli bu aletler yavaş hızlansalar da gerek yere yakın olmaları gerek açık kokpitli olmaları dolayısıyla insanda "üff çok hızlı gidiyorum galiba" hissi yaratabiliyor. Virajlarda spin atmak, arkadaşa çarpmayayım diye kenardaki lastikleri havalandırmak etkinliğin aklımda kalan zevkli anlarındandı.
İkinci eleme sekansında en geride kalmış da olsam çok keyif aldığım bir aktivite oldu. Fırsat buldukça yapmaya çalışacağım. Zira meret formüla 1 izlemek gibi değil. Bir kere fazla gürültü yok, ikincisi kendi kullanınca insan zevk de alıyor. Formüla ile ilgili hislerim zaten malum...
Pist ile ilgili bilgi için tık...
10.7.07
Haydi Yallah
Aklımın başıma gelmesi için illa doktorun "sigarayı bırak yoksa bacağını keseceğiz" demesi mi lazım diye düşünüp hayıflanırken bugün öğle sıcağında(sıcakta mı çalışıyor kafa nedir) beşiktaş yolunda ben ve bir grup arkadaş sigarayı bırakma kararı aldık.
Bu sigarayı bırakma hadisesi, psikolojik hazırlık gerektiriyor, bu nedenle tatil dönüşünü sigarayı bırakma tarihi olarak belirledik, sağolsun arkadaşlara da uydu bu takvim.
- Sigara bırakma tarihi belirleyeceğim, günü seçerken stresli olmayacağım sakin bir dönem tercih edeceğim. 15 gün idealmiş, çok uzatmamaya dikkat edeceğim (yaptım bunu)
- Sigarayı bırakacağım güne kadar, sigara alışkanlığımı değiştirmeye çalışacağım, sigara içmeyi tetikleyen uyaranlara ters yaklaşacağım. Sigarayı yemekten sonra değil önce içeceğim. Çay kahve tüketimimi azaltacağım. Meyve suyunun kitabını yazacağım. Süt içeceğim süt içireceğim. Toplu taşım aracından indikten hemen sonra sigara yakmayacağım. Sigara içme eylemini rahatsız bir hale getireceğim, mesela rahat rahat otururken değil ayakta sigara içeceğim. Böyle böyle metabolizmamın sigaraya ait akışını bozacağım, salak edeceğim.
- Bırakma gününe kadar ve ondan sonra stres yapmayacağım. Sigara olmadan da yaşanabileceğini aklımdan çıkartmayacağım. Daha önceki denemelerimde beni zorlayan bir daha sigara içemeyecek olmam düşüncesi idi. Bu düşünceyi bastırmamaya, onun anlamsız olduğunu farketmeye çalışacağım. Şevkimi kırmayacağım.
- “Sigarayı mı bırakıyorsun, bir hafta sonra başlarsın ehehhehüe” diyenlere “görüceeez” diye mukabele edip işi inada bindireceğim. Yılmayacağım. (Fırat sana diyorum :) )
- Sigarayı bıraktıktan sonra özellikle ilk hafta sersemlik, ebleklik, dikkati toplayamama, asabiyet, telaffuz güçlükleri gibi etkiler olacak, önceki tecrübelerimden bunların geçici ve benim dayanabileceğim şiddette olacağını biliyorum. Unutmayacağım.
- Ofisteki dolabıma, meyve suyu, bisküvi, kraker vb gıda maddesi zulalayacağım. Canım sigara istedikçe bu gıdalardan azar azar tüketeceğim. Ama abartmayacağım. (zaten kilo alamıyorum ben pek, ehehe)
- Bir iki hafta içinde yoksunluk belirtileri geçecek. Sabredeceğim. 1. ve 6. ayın sonunda aklıma gelen “ohoo bak ne güzel bıraktım, şimdi bi tane içersem bişey olmaz, gene bırakabilirim nasıl olsa” gibi şu an gerzekçe, o an çok mantıklı gelen cümleler kurmayacağım. Akıllı olacağım.
- Benimle birlikte sigarayı bırakan duman avcısı, sağlık neferi güzide arkadaşlarımla biraraya geldiğimde “yahu ne iyi ettik de bıraktık, baksana senin cildin pek bir güzelleşmiş”, “bıraktığımdan beri fişek gibiyim, turp gibiyim peh peh”, “hacım eskiden bu merdiveni çıkarken soluk soluğa kalıyorduk, şimdi bak tavşan gibi sekiyoruz heyyyooo” gibi moral yükseltici konuşmalar yapacak, gözyaşlarımı içime akıtacağım. :)
- Sigarayı bıraktığım gün spor salonuna başlayacağım. Bench press, cardio derken vereceğim endorfini, vereceğim adrenalini. Pırıl pırıl olacağım.
- Sigaraya harcadığım parayla kendime güzellikler yapacağım, dvd alacağım, paintball marker alacağım, plastik model alacağım. Reel sektöre katkı sağlayacağım. Gezeceğim göreceğim, görürsün sana neler edeceğim.
- Her şey bir yana arkadaşlarla kararlaştırdığımız yemek ısmarlama cezasına düşmemek ve cümle aleme rezil olmamak için sigaraya başlamayacağım. (1 milyar hesap geldi geçen sefer)
- Başlamayacağım. O ilk sigarayı içmeyeceğim.
- İşbu belge 13 madde olup imzalanıp vs. Vs.
İnat ettim bakalım, gazamız mübarek ola.
26.6.07
Kaldırımlar
Sokaktayım, kimsesiz bir sokak ortasında;
Yürüyorum, arkama bakmadan yürüyorum.
Yolumun karanlığa saplanan noktasında,
Sanki beni bekleyen bir hayal görüyorum.
Kara gökler kül rengi bulutlarla kapanık;
Evlerin bacasını kolluyor yıldırımlar.
İn cin uykuda, yalnız iki yoldaş uyanık;
Biri benim, biri de serseri kaldırımlar.
Içimde damla damla bir korku birikiyor;
Sanıyorum, her sokak başını kesmiş devler.
Üstüme camlarını hep simsiyah dikiyor,
Gözüne mil çekilmiş bir âmâ gibi evler.
Kaldırımlar, çilekeş yalnızların annesi;
Kaldırımlar, içimde yaşamış bir insandır.
Kaldırımlar, duyulur ses kesilince sesi;
Kaldırımlar; içimde kıvrılan bir lisandır.
Bana düşmez can vermek, yumuşak bir kucakta;
Ben bu kaldırımlarin emzirdiği çocuğum!
Aman, sabah olmasın, bu karanlık sokakta;
Bu karanlık sokakta bitmesin yolculuğum.
Ben gideyim, yol gitsin, ben gideyim yol gitsin;
Iki yanimdan aksın, bir sel gibi fenerler.
Tak, tak, ayak seslerimi aç köpekler işitsin;
Yolumun zafer tâki, gölgeden taş kemerler.
Ne sabahı göreyim, ne sabah görüneyim;
Gündüzler size kalsın, verin karanlıkları!
Islak bir yorgan gibi, sımsıkı bürüneyim;
Örtün, üstüme örtün, serin karanlıkları.
Uzanıverse gövdem, taşlara boydan boya;
Alsa buz gibi taşlar alnımdan bu ateşi.
Dalıp sokaklar kadar esrarlı bir uykuya,
Ölse, kaldırımlarin kara sevdalı eşi...
(1927)
Necip Fazil Kısakürek